İşsizlik, kadına şiddet, mobbing, eğitim, obezite gibi konuların çözümü için her yıl çok çeşitli projeler kurumlar tarafından ortaya konuyor.
Toplumsal sorunların çeşitliliği ve büyüklüğü, finansmana ulaşımın yetersizliği gibi nedenler devletlerin tek başına sorunların üzerinden gelme çabasını yetersiz bırakınca, kamu-özel sektör-toplum iş birlikleri güçlenmeye ve rekabetten işbirliğine geçme anlayışı yaygınlaşmaya başladı. Özel sektör, ürün ve hizmetleri ile rekabet ederken, toplumsal sorunların çözümü için el ele vermenin iş dünyasının sürdürülebilirliği için gerekli olduğunun da farkına vardı.
Toplumsal projelere özel sektör ayağında kurumsal sosyal sorumluluk (KSS) projeleri de deniyor. Örneğin, Profilo Ev Aletleri “Türkiye Enerjisini Topluyor” projesiyle iki yılda 70 ili dolaşarak 12 bin ev kadınına elektrikli ev aletlerinin doğru kullanımı için bilinçlendirme çalışması yaptı. PepsiCo, Gap-Cheetos Çocuk Gelişim Merkezi kurarak, tam 13 yıldır, 9 ilde 14 gelişim merkeziyle 4-14 yaşındaki çocuklara yönelik aktif yaşamı destekleyen aktiviteler sunuyor. Roche, 5-10 yaş arası çocuklar için resim festivali düzenliyor. Türk Telekom, Internetle Hayat Kolay projesiyle, 2017 yılına kadar 35 yaş üstü olanların internet okuryazarlığını artırıyor.
Özel sektör desteği ile hayata geçirilen yüzlerce toplumsal proje bulunuyor. Bunlar hem emek, hem gönüllülük hem de maddi olarak yapılan yatırımların mevcut olduğuna işaret ediyor. Bu açıdan bakacak olursak, toplumsal sorunların çözümü için kaynak sorunumuzun olmadığını varsayabiliriz.
Şirketlerin sosyal sorumluluk çalışmalarını yapma niyetlerinin ardında, eskiden, genellikle kuruma itibar kazandırmak amacı yatıyordu. Bu projeler vasıtasıyla kurumların iletişimi yapılıyordu. Sorumluluk şemsiyesi altında yapılan ürün kampanyalarıyla satışların artırılması amaçlanıyordu. Her satın aldığınız ürünün belli bir yüzdesinin STK’lara aktarılacağının duyurulması, ancak markanın bunun dışında bir toplumsal taahütünün olmaması, stratejik yaklaşımı olmayan, günü kurtarmaya yönelik çabalar olarak kaldı. KPI’ların baskısı ile sorumluluk projeleri, çalışan bağlılığını artırıyor diye, hedef tutturma aracı olduğu için yapılır oldu.
Tüm bu ve benzeri yaklaşımların ana amacı topluma fayda yaratmak olarak ortaya çıkmayınca, KSS, toplum ve çalışanlar tarafından samimiyetsiz olarak görüldü ve kurumların itibarına olumsuz etki etmeye başladı.
Sosyal sorumluluk projeleri, topluma fayda sağlamak amacıyla yapıldığında hedefine ulaşır. Toplumsal proje yatırımları, sürdürülebilir bir gelecek yaratma anlayışına dayanır.
Tüm sosyal sorumluluk projeleri özünde, toplumun “yaşam kalitesini” artırmayı amaçlar. Fakat amaç itibar yaratmak, ürün satmak ya da çalışan bağlılığı sağlamak olarak ortaya konduğunda, ölçümleme kriterlerinizde farklı olur. Doğru ölçümlemediğiniz bir projeyi de geliştiremezsiniz. Kritik bir örnekle konuyu açalım.
Dünyada 1 milyar insanın hijyenik suya ihtiyacı bulunuyor. Su ile ilgili yapılan projelerin yaklaşık yüzde 50’si ilk 3-5 yıl içerisinde başarısızlıkla sonuçlanıyor. Bu projelere her yıl milyon dolar bütçe ayrıldığını düşündüğümüzde, önemli bir kaynak israfından bahsedebiliriz. Projelerden STK’lar ve özel şirketler ellerini çektiklerinde, projelerin sürdürülemiyor olması, iyi niyetlerle projelere başlamanın, proje başarısı için yeter şart olmadığını da gözler önüne sürüyor.
Kurumsal sosyal sorumluluk projelerinin bireyin, çalışanların ve toplumun “yaşam kalitesini” yükseltmek odağıyla hayata geçirilmesi gerektiğini öngörüyorum. Bu anlayışla stratejisini çizdiğimiz, planladığımız ve ölçümlediğimiz projelerin bireye ve topluma etkisini görebiliriz. Böylece, uzun vadede, bir projenin tüm paydaşlarının eline, yaptıkları proje ile toplumun yaşam kalitesini nasıl artırdıklarını gösteren veriler sunmuş oluruz. Aynı çalışmayı, şirket içi projeler ve müşteriler için de düşünmeliyiz. Kurum içinde yapılan çalışmaların, çalışanın yaşam kalitesine etkisini ölçümlediğimizde, sürdürülebilirlik stratejilerinin ortasına “well-being” yani kaliteli/iyi yaşamı oturtmuş oluruz. Böylece şirketlerin, her yıl daha anlamlı verilerle hedeflerine ulaşması için gerekli veri sağlanmış olur.
Toplumsal Projelerin gerçek anlamda etkisinin olabilmesi için önerdiğim bu model Pozitif Psikoloji biliminin araştırmalarından ve çalışmalarından yola çıkıyor.
Sosyal Sorumluluk projeleri genellikle girdi-çıktı mantığı ile ele alınıyor. Mesela, her yıl 1 milyon TL burs vererek 20 bin gencin eğitimine destek sağlıyor olmayı hedeflediyseniz, bu bir girdi-çıktı mantığıdır. Hedefiniz sadece 20 bin öğrenciyi eğitmek olduğunda, bu öğrencilerin hayatlarına nasıl bir katkı sağladığınız ile ilgili elinizde bir veri bulunmaz. Eğitimin bir faydası olup olmadığını bilemezsiniz, bilseniz de hangi noktada etkisi olduğunu anlamadığınızda, proje boyutunuz bu noktadan ileri gidemez.
Stratejik planlamaları iki adım daha ileri götürmeliyiz.
Birinci adımda, örneğin, bu 20 bin öğrencinin kaçının üniversite sınavlarında istedikleri bölümlere girdikleri, öğrencinin aldığı eğitim sayesinde özgüveninde, ilişkilerinde, öğrenme kapasitesinde nasıl bir gelişme olduğunu incelemek gibi projenin hedeflerine göre elde etmek istediğimiz kriterleri belirlediğimizde, öğrenciler üzerindeki değişimi görebiliriz.
Ikinci adımda, bu proje sayesinde, öğrencilerin yaşam kalitesinin nasıl etkilendiğini, yaşam doyumu araştırmasıyla ölçümlenmesini öneriyorum. Böylece bu öğrencilerin mutluluk, umut ve yaşam tatmininin ne noktada olduğunu ve yıllar içerisinde nasıl geliştiğini gözlemlemiş oluyoruz. Buradan aldığımız somut veriler ile, bir sonraki yılın proje hedeflerini belirleyebiliriz.
15 yıl boyunca süregelen ancak girdi-çıktı mantığı ile yürütülen projeler “yaşam kalitesi” araştırmalarıyla desteklenmiş olsaydı, bugün kurumlar, STK’lar ile elele vererek, toplumun yaşam kalitesini nasıl artırdıklarını net ve somut verilerle gösterebilmiş olurdu. STK’lar ve sosyal sorumluluk projeleri de hak ettiği değeri daha iyi bulurdu. Bu veri, kurumlar için olduğu kadar devletler için de kritik önemdedir. Kurumlar, sorumlu bir vatandaş olarak ülkeye kattıkları değeri en açık şekilde görebilmemizi sağladıkları gibi, kurumlara güvenin bu kadar düşük olduğu bir dönemde, yeniden toplumun güvenini kazanacak samimiyetle hareket ettiklerini de dünyaya örnek teşkil edecek ölçüde belgelemiş olurlardı.
IPPA, Istanbul Pozitif Psikoloji Akademisi
2013 yılında Fatmanur Erdoğan tarafından kurulan IPPA, iletişim hizmetleri ve kurumlara yönelik tematik seminerler vermektedir. IPPA, bireylerin, çalışanların ve toplumun “yaşam kalitesi”ni yükseltmeye yönelik projelerin hayata geçirilmesine öncü rol oynamaktadır.
Fatmanur Erdoğan Hakkında
Psikolojik Danışmanlık yüksek lisansını Kanada’dan alan Fatmanur Erdoğan; Türkiye’de işletme, Amerika’da pazarlama ve görsel tasarım okudu. Dünyanın en büyük uluslararası şirketlerinin Kurumsal Iletişim departmanlarını kurdu, sürdürülebilir gelişim stratejilerine yön verdi. BSH Bosch ve Siemens Ev Aletleri, The Coca-Cola Company, Allianz, Pengkalen Investments, Norsk Hydro Agri International bu şirketlerden bazılarıdır. Hürriyet Daily News’da girişimcilik üzerine köşe yazarlığı yaptı. Beyaz Yakalı Girişimci isimli kitabı Optimist yayınları tarafından yayımlandı. Kariyeryolculugu.com isimli Türkiye’nin ilk kariyer ve yönetim blogunu kurdu. IPPA Istanbul Pozitif Psikoloji Akademisinin kurucu direktörüdür.